Radka: Türkiye’de İlk Düğün ve Daha Fazlası
Türkiye’ye olan 2. seyahatim aslında açık bir şekilde net bir hedefe yönelikti : arkadaşım Vildan’ın düğünü. Şubatta gittiğim Türkiye’ye bir daha gideceğim aklıma gelmezdi ama ne diyebilirim ki, asla Türkiye için yeterli zaman yoktur.
Rotası Prag-İstanbul-Antalya şeklinde olan seyahatimde, bu sefer direkt olarak havaalanından otobüs terminaline gitmeyi, oradan da Demre’ye geçmeyi tercih ettim. Fakat daha sonradan fark ettim ki bu pek de iyi bir değilmiş. Geçtiğim virajlı ve sarmallar sahil yolları sonrasında oluşan baş ağrısı, odama varıp uzun bir uyku çektiğim halde bile geçmemişti. Nihayet sabah aldığım ağrı kesicilerle tekrar kendimi iyi hissediyordum.
Muhteşem bir karşılama beni bekliyordu. Bu hisse bayılıyorum! Büyükanne bile bana her zaman olduğu gibi Katerina diye değil, Radko diye sesleniyordu. 10 gün içinde tekrardan kendimi halktan biri, onların yaşamından biri gibi hissediyordum.
İlk deneyimimi 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, Antalya Kaş’a giderek edinmiştim. Daha önce çocuklar adına hiç böyle bir kutlama görmemiştim. Bu, Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bir bayrammış. Bütün meydanlar insanlarla doluydu. Çocuklar burada gösterilerini yapıyorlardı. Muhteşemdi! Her yer kostüm giymiş çocuklarla doluydu. O gün kesinlikle kendimi bayramın havasında kaybetmiştim. Sonrasında Leyla’nın arkadaşıyla öğle yemeği vakti gelmişti. Hava o kadar güzeldi ki yemeği açık havada yemiştik. Bana sürpriz olan ise bunu sadece Tük olmayanlar için sıradan bir öğle yemeği olmayıp, bütün düğün ekibinin orada olmasıydı.
Düğünden önceki boş geçen birkaç günde sonsuz yürüyüşlere çıkıp, tekne gezilerine katılıp, yüzüp, yerel halkla tanışarak güneşin ve yalnızca yerel malzemelerle yapılmış olan dünyanın en iyi dondurmasının tadını çıkarıyordum. Eğer 1 kere de olsa buraya gelirseniz mutlaka Kaleüçağız’da olan ‘The I am Here Cafe’ye uğramadan gitmeyin. Dondurmanın keyfi teras manzarasıyla iddia ediyorum ki ikiye katlanacak. Her gün güneş batarken odama gidiyordum. Burası yalnızca bir oda olmakla kalmayıp tüm Üçağız’ı kuş bakışı görebileceğiniz, güneşin batışını izlemek için mükemmel bir yerdi. Buradan yakındaki camiden yankılanan ezanı, insanların sesini, dışardaki hayvanları duyabilir, yüzünüze vuran hafif rüzgarı hissedebilirsiniz. Aynı anda da Galatasaray takımının antrenmanlarını görebiliyordum. Çalışmak zor olsa gerek, ama ben yalnızca bir izleyiciydim. Baharın gelişiyle deniz çok huzurlu ve ılıman bir yapıya sahip olmaya başlıyor. Burası hem bir şeyler düşünmek hem de hiçbir şey düşünmemek için mükemmel bir yer.
Diğer harika bir deneyimim ise, çok tatlı kızlarının ilk dişini çıkarıyor olmasına ithafen komşulardan aldığım davet oldu. Burada böyle bir kutlamanın dahi olduğunu bilmiyordum. Neredeyse bütün köy toplanmıştı, akrabalar, tanıdıklar… ve tabii ki yemekliydi. Yemekte kölle çorbası (nohut, buğday ve fasulyeden yapılma) vardı. Görünüşe bakılırsa Türkiye’de her şey kutlanmaya hazır. Neden olmasın ki, kutlama ne için olursa olsun birlikte olmak çok güzel.
Sırada düğün için kutlamalar vardı ve bu sefer beni nelerin beklediğini gerçekten çok merak ediyordum. Her şey önceden hazırdı, bu yüzden hazırlıkların hiçbir kısmında yer alamadım.
İlk kutlama kına gecesiyle başladı! Öğleden sonra ben ve diğer kadınlar Demre’ye kuaföre gitmiştik. Gittiğimiz yerde yalnızca kadınlar çalışıyordu. Bir sürü çocuk vardı, televizyon açıktı, çay içtik ve sıramızın gelmesini bekledik. Kuaför çok nazikti ve saçımı nasıl tarif ettiysem öyle yapmıştı ve ortaya çıkan şey konusunda olan sempatim artmıştı. Çekya’daki kuaför ücretlerine karşılık Türkiye’de kuaföre gitmek gerçekten çok ucuz ve buradaki kadınların her durumda kendilerini profesyonel ellere bırakmalarına şaşırmıyorum. Eve döndükten sonra makyaj yapıp giyindikten sonra gitmeye hazırdık. Güzel havayla birlikte kutlama köy meydanında başladı. Müzisyenler dahil herkes oradaydı. Gelin ve damat bir çeşit tahta benzeyen sandalyelerde oturuyorlardı. Harika görünüyorlardı. Gelin kıpkırmızı bir elbise (bindallı), damat da takım elbise giymişti. Müzik başladıktan sonra ikisi de oynamaya başladı. Biz kızlar , her birimizin elinde mum ve başımızda aynı renk tülbentlerle gelinin etrafında dönmeye başlamıştık. Sonra gelin ve damat yerlerine döndüler. Gelinin her iki eline de kına yakıldı ve elleri yumruk şeklinde kapatıldı. Ancak ve ancak ellerini damadın ailesinden gelecek altınla açacaktı. Hepimiz gelin ve damatla fotoğraf çekildikten sonra başka bir dans maratonu başladı. İnanılmaz enerji dolu bir ortamdı ve sabaha kadar kimse oradan ayrılmadı.
Günün devamında tüm köyün de katıldığı bir öğle yemeği düzenlendi. Kadınlar Vildan’ların bahçesinde salata yapıyorlardı. Ardından bir catering şirketi sipariş edilen yemekleri getirdi. Yemekten sonra herkes bu düğün, gelin ve damadın mutlulukları için dua etmeye başladı.
Aynı günün akşamı düğün günüydü ve Demre’de bir düğün salonuna gitmiştik. Düğün öncesinde tabii ki kuaför tekrar bizleri ziyaret etmişti. Bu gece herkes uzun elbiseler giymiş, gelin de gelinliğin saflığını sembolize eden beyaz gelinliğini giymişti. Bu gece de kına gecesine benzer şekilde aynı ruhu taşıyordu. Kendimi Türk danslarını oynarken yakalamıştım. Sanırım Ece benim yarı Türk olduğum konusunda haklıydı. Biz yeni evlilerimiz için iyi dileklerimiz dilerken damadın boynunda bir kuşak vardı ve herkes buna para iliştiriyordu. Gece yine geç saatlere doğru bitmişti ve Üçağız’a doğru yola koyulmuştuk.
3. gün benim için oldukça duygu yüklüydü çünkü gelin ailesinin evinden ayrılıyordu ve yeni evine, Fethiye’ye gidiyordu. Bütün arkadaşları, akrabaları hoşça kal demek için gelinin ailesinin evine gelmişti. Ben de oradaydım ve kendimi tutamayarak çocuk gibi ağlamaya başlamıştım. Hislerimi size asla tam olarak açıklayamam. Dışarda ise köyden herkes Vildan’a hoşçakal demek için bekliyordu. Bir yanında babası, diğer yanında eşi Vildan’ı gelin arabasına bindirdi. Orada bulunan herkes onların mutlulukları, sağlıkları, yeni evleri, yepyeni hayatları için dua etmeye başlamıştı. Çok duygusaldı çünkü Vildan evin tek kızıydı ve şimdi gidiyordu. Fakat yeni başlangıçlar her zaman güzeldir, yepyeni umutlarla, belki biraz bilinmezliğin verdiği korkuyla. Bence başlangıçların, yeniliklerin olmadığı bir yerde hayatın da bir anlamı yoktur.
3. gün aslında benim de ikinci evim olan Üçağız’da son günümdü. Öğle yemeğinden sonra ben de herkese veda ettim ve Antalya’ya doğru son gecemi geçirmek için yola koyuldum. Son saatlerimden denize girip, güneşlenerek oldukça keyif almıştım. Akşam yemeği için limanda ünlü bir restauranta gittim. Garsonlar beni tanımışlardı, bu yüzden öncekinden farklı bir sipariş vermiştim.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra havaalanında gitmek için taksi çağırdım. Taksici adeta bir şovmendi. Yol boyu yüksek sesli müzikler çaldı ve yine yol boyunca sohbet ettik. Yepyeni bir güne biraz hüzünlü başlamıştım. Önce İstanbul’a ardından Prag’a giderken bir sürü yeni insan tanımıştım ve tüm seyahatim muhteşem geçmişti.
Türkiye’den İzlenimlerim :
- Hiçbir zaman dilimi Türkiye için yeterli değildir.
- Her zaman bir şeyleri kutlamak için sebep vardır.
- Önyargılar olsa da yeni başlangıçlara pozitif bakmak gerekir.
- İnsanları severseniz, onlar da sizi sever. Bu his paha biçilemez!